Ana sayfa Serbest Kürsü Doğa Bilimcisi Süreyya İsfendiyaroğlu ile Konuştuk

Doğa Bilimcisi Süreyya İsfendiyaroğlu ile Konuştuk

965
0

Doğa Bilimcisi Süreyya İsfendiyaroğlu ile Türkiye’deki Doğal Hayat ve Önemli Doğa Alanları üzerine Konuştuk…

Değerli arkadaşım, Doğa Derneği Danışmanı, Doğa Araştırmacısı Süreyya İsfendiyaroğlu ile ilginizi çekeceğini düşündüğüm bir röportaj gerçekleştirdim. Türkiye’deki doğal hayat ve buna yönelik tehditlerden, tehlike altındaki türlerden ve “Önemli Doğa Alanları” diye nitelendirilen çok önemli bir kavramdan konuştuk. Ülkemiz için değerli bu Doğa Bilimcisinin değerli paylaşımlarından hepimizin çıkarımları olacağını düşünüyorum ve faydalı olmasını diliyorum.

doga-bilimcisi-sureyya-isfendiyaroglu-ile-roportaj

Biraz kendinden bahseder misin? Doğa ve kuşlar ile ilgilenmeye nasıl başladın?

Kadıköy de doğdum ve büyüdüm. Marmara Üniversitesinde Almaca işletme okudum. Hazırlık 1. dönemde finansçı olmak istemediğimi anladım ve 1. Sınıftan itibaren seyahatlere başladım. Doğal Hayatı Koruma Derneği için fotoğraf çeken bir arkadaşım ile 22 saatlik bir tren yolculuğu ile Adana’daki 60-80 kişilik bir kuş gözlem kampına katıldım. Onları izlerken kuş gözlemi ilgimi çekti. Teleskoptan bir sürü kuş izliyorduk ve farklı farklı hikayeler anlatılıyordu. Kumda kaotik şekilde koşuşturan cılıbıt ve kum kuşları çok ilgimi çekmişti.

Ne gibi yayın ve araştırmaların oldu?

Bazı projelerde tecrübe kazandıktan sonra kuş uzmanı olarak biyolojik çeşitlilik araştırmalarına başladım. Doğu ve Güneydoğu Anadolu da köy köy gezerek araştırma yaptık, veriler topladık. Türkiye’de yaşayan en ağır kuş olan Toyun önemini köylülere anlatmaya çalıştık. Bu kuş tahıl tarlalarında 1000’lerce yıldır yaşıyor. Türü tehlike altında, bilinçsiz avlanma nedeniyle.

Toy Kuşu

Doğa Derneğinde Dağ Horozu araştırması yaptım. Hakkında yetersiz bilgi olan bir kuş, biz buna “data deficient” diyoruz.  2000 metrelik her yerde 2 yılın toplam 9 ayında kamp yaparak Dağ Horozu ile ilgili bir envanter ve eylem planı hazırladık. Böylece Türkiye’deki ilk yaban hayatı koruma yönetim planını hazırlamış olduk. Halk bu konuyu o kadar sahiplendi ki, şimdi gelenekselleşen bir festivali bile var; İkizdere Geleneksel Dağ Horozu Festivali…

Dağ Horozu Daha sonra kuş verilerini analiz ederek Önemli Doğa Alanları Kitabı’nın editörlüğünde görev aldım. Okulu bitirdikten sonra Tema’da işe başladım, 2,5 yıl süren inovatif bir projede görev yaptım, kurak alanlarda karbon yönetimi. Sivil toplum kuruluşlarında çalışan tatmini üzerine tez yazdım. Zorlu’da Kurumsal Sosyal Sorumluluk ve Çevre Yönetimi konusunda 15 ay kadar çalıştım. Orman Mühendisliğinde master yapmak için ayrıldım. Master sırasında Şah Kartalları araştırdım. Sonrasında Doğa Derneği Bilim Koordinatörlüğünü üstlendim.

Şu anda ise doktora için yaban hayatı ve yenilenebilir enerji sistemleri ile ilgili ulusal bir değerlendirme yapıyorum. Doğa Derneğindeki tam zamanlı işimi bıraktım ve danışmanlık yaparak oradaki çalışmalarıma devam ediyorum, çeşitli dergilere bilimsel makaleler ve yazılar yazıyorum.

Bilimsel olarak bu konuda birçok çalışmaya imza atmış bir kişi olarak, Türkiye’deki doğal hayatı değerlendirdiğinde en büyük tehditler neler?

  • Barajlar en temel sorun
  • Sulama projeleri ve drenaj projeleri
  • Madencilik
  • Turizm
  • Kentleşme

Yani asında rant ve hırs. Hepsi birden olsun istiyoruz. Bu konulardan her biri ile ilgili farklı projeler var, kim güçlü ise onun borusu ötüyor. Örneğin İkizdere Havzası çok dar bir alan, 3 bölümden oluşuyor, biyolojik çeşitlilik açısından çok zengin. Dağ Horozu, Kafkas Semenderi gibi türler yanında birçok endemik bitki türü barındırıyor. Bu projeler nedeniyle bu türler tehlike altında. Karadeniz yeşili mavisi ile övünürken buraya 22 adet hidroelektrik santrali planlıyorsun. Helikopterle Helski yaptırıyorsun, çengel boynuzlu dağ keçilerinin strese girerek düşük yapmasına neden oluyorsun. Oteller inşa ediyorsun. Bir de çılgınca çay üretmeye çalışıyorsun. Üstüne sebze meyve yetiştiriyorsun. Üstelik de tarım alanları sıkıntılı, çok dik, sınırlı bir toprak var. Bu yöre bal için de önemli diyorsun, ancak suyun yerini, akışını değiştirerek,  yörenin iklimini değiştiriyorsun, anzer balı gibi önemli hazinelere zarar veriyorsun. Hepsi bir arada olmuyor.

Bir de empati kuralım, bu yörenin insanının fıtratında dere sesi ile uyanmak varken bir anda derelerini susturup ölüm sessizliği bırakıyorsun yerinde. Anayasaya göre su hepimizin ortak malı iken üstelik. Bizlere, bu insanlara ait şeyi bize sormadan satıyorsun 49 yıllığına, filan kişiye.

Bildiğim kadarıyla bu tür projelerin yapımına başlanmadan ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) Raporu düzenleniyor ve çevreye, yöre insanlarına, endemik türlere vb. etkiler değerlendiriliyor. Bu değerlendirmeler yapılmadan mı başlanıyor bu projelere?

Burada tersten yapılan bir işlem var. Devlet lisansı peşinen satıyor, yani yatırım için ÇED Raporu ve Fizibilite öncesinde suyun kullanım hakkını Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı sana satmış oluyor. Sonra yatırımcı olanlar, kurda kuşa halka rağmen kendi paralarını kurtarmaya çalışıyor. Oysa yalnızca enerji nakil hatlarındaki kaybı azaltarak, basit yalıtım tedbirleri ile enerji tasarrufu yaparak kaçak kullanımı önleyerek % 18 civarında enerji tasarrufu yapabilirsin. Bunun yerine biz ormanlarımızı turizm avantajımızı harcıyoruz. Üstelik de kamuya, insanlara ait iken.

Peki Doğa Derneği olarak bunlarla ilgili çabalarınıza yanıt alabiliyor musunuz?

Bariz bir sorun var ise önüne geçmek zorundalar, ama göz ardı ediliyor. İradeden büyük iradeler var. Sen kendi mesleğini yapmak isteyen bir memursun diyelim, kararlar senin üstündeki yerlerde alınıyor. Şunu özellikle belirtmek isterim, biz kimsenin adamı değiliz, Doğa Derneği olarak siyaset üstüyüz ve hiç birinin tarafı değiliz.

Hayvanlar bağırarak dışarı çıkamıyor, kaçamıyor, sen onları korursan koruyorsun, bir şeyler yapabilirsen yapıyorsun. Sırf bir kaç kişi zenginleşecek diye canlılar yok olmamalı. Para kazanma hırsı nedeniyle bunlar düşünülmüyor. Örneğin,  Gediz Deltasını korumak istiyoruz, ancak büyük şehir belediyesi oraya atıklarını atıyor ve tuzcul bataklıkları kapatıyor, Üreyen kuş türlerinden bahsetmeye çalışıyoruz. 3. köprü gibi yatırımlara karşı çıkıyoruz, kesinlikle siyasi değil, bu durum doğal hayat ile alakalı.

İstanbul’da 3. Havaalanı ve 3. Köprü projelerinin doğaya etkilerinden bahsedebilir misin?

İstanbul’da su kaynaklarının geri dönemeyecek şekilde kalitesinin düşmesine neden olacak. Kuzeydeki yeşil orman örtüsünü tahrip edecek.  Örneğin İstanbul’a özgü bazı bitki türler yok olacak. İlk aklıma gelenlerden biri, dünyada tek varlığı Alibeyköy tarafında bilinen sığırkuyruğu türü. Bunun gibi birkaç endemik tür daha var.

İstanbul, kuzeyindeki ormanları kaybedince bu durum göçmen kuşların zayıf düşmesine sebep olacak. Şöyle bir örnekle anlatayım, bir dere var yıllardır geçtiğin, üstündeki taşlara basarak geçiyorsun, ancak oradaki yol üstündeki taşları tek tek söküyorlar. Bu, düşme şansını arttırır. Kuşların göç yolunda ise bu olacak. Buradaki tahribat, kuşlar için, yorucu göç yolculuğunda bir benzin istasyonunu, bir oteli kaybetmeleri anlamına gelecek.

Benzer şekilde, geçmişte yaşanmış örnekler var mı paylaşabileceğin?

Örneğin, geçmişte bu tür tahribatlardan pelikanlar etkilendi, Pelikanlar Karadeniz’de üreyip Afrika’ya gidiyorlardı. Orta Anadolu vaha gibi idi onlar için, ama saha azalınca tarım alanları üzerinde toplu pelikan ölümleri ile karşılaştık. Kocaman hayvanlar, bol bol balık yerken artık balık yiyecekleri yerler yok. Örneğin Eşmekaya yok, Yarma yok, Hotamış yok, Karapınar Ovası yok oldu, Ereğli bazen var bazen yok,  Amik gölü yok. Büyük ve Küçük Çekmece, Terkos lagün iken şimdi havuz, çok küçüldüler. Buradaki sorun, ekosistem çeşitliliğinin kaybolması, tatlı tuzlu kısımlar arasındaki doğal geçişin kaybolması, bunun yerine su tutan havuzlar haline gelmesi… İşte bunlar sıkıntı yaratıyor. Daha az beslenerek aynı yolu geçmeleri gerekiyor, ama çok zor oluyor. Kuşların metabolizması güçlü ama yine de onlar için bile zor.

Türkiye Kuşlar Kongresindeki sunumunda bahsettiğin Önemli Doğa Alanları çok ilgimi çekmişti. Bir türün yok olmasına neden olabilecek etkilerden ve bunların objektif hale getirilerek netleştirildiği kriterlerden söz etmiştin. Bence bu herkesin bilmesi gereken önemli bir konu, biraz bilgi verebilir misin?

Geniş bir metin var Doğa Derneğinin web sitesinde. Bu kavram doğadaki canlı türlerinin nesillerini sürdürebilmeleri için özel önem taşıyan coğrafyaları tanımlıyor. Böylece canlı türleri ile birlikte yeryüzünün en özel doğal alanlarının korunması amaçlanıyor. Conservation International, BirdLife International ve Planlife’ın önderliğinde uzmanlar, doğadaki korunmaya muhtaç türlerin belirlenmesi için objektif, bilimsel ve somut kriterler tanımladı.

Bu konuda editörlüğünü yaptığım kitaptan bahsetmiştim, Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları kitabı. Bu çalışma dünyada ÖDA metodolojisinin ülke ölçeğinde yapılmış ilk uygulamasıdır. Bu çalışma ile Türkiye’de binlerce türün vazgeçilmez yaşam alanı olarak 305 alan tanımlanmış oldu.  ÖDA’da iki önemli noktaya vurgu yapılıyor, hassaslık ve benzersizlik.

Hassaslık: Tür, küresel ölçekte tehlike altında mı? Koruma çalışması yapılmaz ise 10 yıl veya daha kısa zamanda nesli tükenecek gibi objektif kriterlere göre değerlendiriliyor. Sürmeli kız kuşu, kel aynak gibi türler bu alana giriyor.

Benzersizlik Kriteri: Bu kriter 3 şekilde ele alınıyor.

  • Dar Yayılım:

Objektif olarak dünya dağılımı 50.000 km kareden düşük ise böyle diyoruz. Örnek, Konyaaltı Selemenderi 46 km karede 500 tane kaldı. Çok büyük tehlike altında. Likya semenderi Likya’ya özgü 8 türü Türkiye’de 1’i sakız adasında. 10.000 Avrupa’da 10.000 bitki türü var, 3000 civarı yalnız Türkiye’de bulunuyor. Bunlar dar yayılımlı türler.

  • Yoğunlaşma Kriteri:

Bir bölgede yoğunlaşan türler var, tuz gölündeki flamingolar gibi 20.000 yavru ürüyor, yalnız burada ürüyor. Bunun olabilmesi için en az 40.000 bireyin orada olması gerekli. Biz bu hesaplamayı yaparken yavruları sayıyoruz, yani başarısız olanlar da olabilir, o sayı bizde yok. Aslında 40.000 bireyden fazla birey gelmeli ki aynı sayıda yavru ortaya çıkabilsin. Ama eğer tuz gölü giderse bunların nesli tehlikeye giriyor ve risk artıyor. Bu canlılar başka yere de kayabilirler, ama orada yaşayabilecekler mi, bu soru işareti. Sürmeli kız kuşu yoğunlaşma kriteri açısından risk altında.

  • Biyoma Bağlı Türler: Yaşam birliklerine bağlı türler. Dünyada % 25’i tek bir alanda yoğunlaşmış ise böyle ifade ediyoruz. Türkiye’de örneği yok.

Görüşmemizi bitirirken hep merak ettiğim Yeni Türkü’nün parçasında bahsettiği Telli Turnayı sormak istiyorum, ona ne oldu, artık Türkiye’de yok mu?

Telli Turna ulusal ölçekte tükendi, en son 2005 yılında kuluçkaya yatanları tespit ettik, şu anda yok. Yoğun envanter çalışmalarına rağmen tespit edemedik. Son üredikleri ada Alpaslan 2 Barajının suları arasında kaldı. Buna benzer durumları önlemek için Doğa Derneği, Önemli Doğa Alanlarını anlatarak tehlike altındaki türlere dikkat çekmeye çalışıyor. Kitabı web sitesinden indirerek inceleyebilirsin.

Çok teşekkür ederim, bizimle çok değerli bilgiler paylaştın. Çalışmalarında başarılar dilerim.

Rica ederim, teşekkürler.

KAYNAKLAR


Önceki makaleBursa Cumalıkızık Köyü – Son Osmanlı
Sonraki makaleEvde Gıda Güvenliği için Nelere Dikkat Etmeli? 1.Bölüm
1979 Gaziantep doğumluyum. Beş yaşımdan beri İstanbul’da yaşıyorum. 1997 – 2001 yılları arasında Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği bölümünden mezun olduktan kısa bir süre sonra bir catering şirketinde Gıda Güvenliği Denetçisi olarak başladım ve Kalite Yönetim Müdürü olarak Uluslararası bir tesis yönetim firmasının satın almasına kadar çalışmalarıma devam ettim. Bu arada Yeditepe Üniversitesi İngilizce İşletme MBA programını onur ödülü ile tamamladım (2006-2008). 2008 yılında şirketin satın alınmasından sonra Hijyen ve Kalite Yönetim Direktörlüğü görevini üstlendim. 2011 yılında Hijyen, Kalite ve Eğitim Direktörü, sonra İnsan Kaynakları, Hijyen ve Kalite Direktörü, şu anda ise İnsan Kaynakları, Hijyen ve Kaliteden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görevime devam ediyorum.

DÜŞÜNCELERİNİZİ BİZİMLE PAYLAŞIN, YORUM YAZIN!

Please enter your comment!
Please enter your name here